İlk seans olan 11:20’de izledim. Beni çok mutlu eden 10-15 kişilik bir izleyici grubu vardı. Salonda çıt çıkmadı. Mutlak bir sessizlik. Ne telefon çaldı, ne mısır yendi, ne sohbet eden oldu. Gözünü sevdiğim entelektüel kitle.
- Yazıda SPOİLER yoktur.
Her şey bir yana ”sanatsal” bir iş izledim ve çok mutlu oldum.
Kurak, ağaçsız boş araziler vardı. Coğrafya Emin Alper sinemasında tek başına bir oyuncu sanki. Kız Kardeşler deki o köy, taşlar, dağlar, kar daha çok etkilemişti beni. Bu filmde daha az mı dış mekan çekimi vardı, daha çok insana mı odaklanılmıştı emin değilim ama coğrafyaya çok kapılamadım.
Ekin Koç’u Bozkır dizisinden aklımın bir köşesine yazmıştım. Sağlam bir oyuncu. Üç Kuruş dizisinde de oynamış ama ben hiç bilmiyorum o mecrayı.
Selahattin Paşalı’yı Aşk 101’le keşfettim. Hep iyi projelerde rol aldı. Bu filmde başrol olan savcı Emre rolünde döktürmüştü.
Kurgu çok iyiydi. Beliz Hoca’nın atölyesinde anlattığı ”manyetik alan” çok güçlü bir şekilde oluşturulmuştu. Hiçbir diyalog, detay, insan boşuna değildi ve finali başlangıçla aynı sahneye bağladı ya Emin Alper ! İşte buna bitiyorum. Nasıl başarıyorlar bunu; hayranlıkla izliyorum.

120 dakika boyunca acayip bir gerginlik içinde izledim filmi. Emre haricinde herkes ve her şeyde tam bir ”tekinsizlik” hakimdi. Ne duyduğumuza inanabildik, ne gördüğümüze. Her an bir şey olacakmış gibiydi. Müzikler çok uygundu. Obruk görüntüleri çarpıcıydı. Domuz avlamak ve avcılık meselesi arka planda şahane bir fon oluşturmuştu.

Taşra.. Ah taşra. Kasabanın ikiyüzlü insanları. Her dediğini anında inkar edebilen, söylediği sözün asla arkasında durmayan, savcı-doktor-polis gibi yasanın ve devletin temsilcisi olan insanlara asla güvenmeyen ve manipüle etmek için, kendi menfaatince kullanmak için tek ayak üstünde bin yalan söyleyen kasaba ”eşrafı”. Kalabalık oldukları an canavarlaşan, ahlakın ne olduğunu bin yıl geçse anlamayacak olan, bir düşmanları olmadıkça yaşamakta amaç bulamayan, garibanın tepesine çökmeyi / karısına kızına göz dikmeyi ahlaksızlık saymayan o ruhsuz taşralılar.. Filmde ortalık malı olmuş çingene kız ve erkeksi hakime Zeynep dışında hiç kadın yoktu. Tıpkı gerçek hayat gibi. Belediye başkanı, psikopat oğlu, yavşak dişçi gibi bir grup erkeğin silah sıkarak, ava giderek, karı- kız kovalayarak yaşadığı gerçek taşrada olduğu gibi.
LGBT TEMALI olduğu için bakanlık desteğini çekmiş ama neresindeydi o LGBT teması ben anlayamadım. Eşcinsellik imalı bir-iki sahne vardı; Murat’ın eli Emre’nin ensesini tutuyor ve yine Murat’ın kolu bir kapı aralığından uzanıyor ve Emre’nin yüzünü okşuyor. Toplam 5 saniye filan. Hepsi bu. İyi reklam oldu, duymayanlar da duydu filmi.
Benim en sevdiğim sahneler rakı masası, çingene kız ve babasının sahneleri, Şahin ve Kemal’in olduğu sahneler oldu. İnanılmaz derecede gerçekçiydi. Diyalog yazarları olağanüstü bir iş çıkarmıştı.
Tek eleştirim son sahnedeki kovalamaca inandırıcı değildi ve sorularımız cevapsız kaldı.

Sinemada izleyin. İki saat dünyayı, gündemi, ekonomiyi unutun. Çocuklarınızın neden avukat-hakim- savcı-polis- doktor olmaması gerektiğini anlayın. Çok başarılı yönetmenlerimiz, oyuncularımız ve set arkası ekiplerimiz var. Tadını çıkarın.
TÜM YORUMLAR
bugün bu film üzerine okuduğum ikinci yazı. (ilkini sabah elif key’in çetele’sinde)
izlemek şart oldu artık.
Hadi izleyin de konuşalım
Filmgündemi ilk yazdığında çok merak etmiştim bu filmi. Şimdi merakım giderek artıyor her gün okuduklarımla.
Ayy hadi izle de konuşalım